30 Kasım 2012 Cuma

İKİZ KARDEŞLERE ABLA OLMA SANATI...


     Anlayamıyorum. Anlamıyorum. Anlamıyoruuuuuuum. Niye insalara isteklerimi anlatamıyorum. Ben mi anlatamıyorum, onlar mı anlamıyor ya da anlamamak işlerine mi geliyor?
     Evde, okulda, işte, heryerde niye böyle. Sabah evden kavga ederek çıktım. Annemle kardeşlerimle kavga ettim. Ya ben mi anlatamıyorum onlar mı anlamak istemiyor. Benim eşyalarım niye benim koyduğum yerde kalmıyor. Ya onu ben aldım değil mi ben. Hatta muhtemelen başıma gelecek olanları bildiğim için kendime aldığımdan onlara da almıştım. Ama yok kendinin ki biter bana dadanırlar. Ya tamam kullansın. Kullanmasınlar demiyorum. Ama aldığı gibi bıraksın. Eşyalarım kıymetlidir, düzenli kullanırım. Ama yooook benim kardeşlerimde onun zerresi yok. Mahvediyorlar. Sabah bağırdım yeter artık niye benim dediklerim dinlenmiyor, aldıklarını aldıkları yerine koyulmuyor diye. Annem de bana haklısın diyeceği yerde onlar öyle, kabul et dedi. Benim şarteller attı. Ya kendi eşyalarına nasıl davrandıkları beni ilgilendirmez. Ama ben sabah sabah hem eşyamı arayacağım, hem de eşyamı şaftı kaymış bi şekilde mi bulacağım her zaman. Sonra ben gittiğim zaman göreceksiniz, değerimi o zaman anlayacaksınız diyorum o zamanda anne bu kızın evden gitmeyi, evlenmeyi kafasına koymuş diyorlar. :( Sonra akşam üstü hiç bi şey olmamış gibi abloş ne yapıyorsun diye telefon açıyorlar. Kızmaya devam etsem suratsız abla oluyorum, devam etmesem isteklerim hiç bir zaman benim istediğim doğrultuda gerçekleşmiyor. :(
     Ya insanın ikiz kardeşi olması çok zor. Bi de tek yumurta ikizi halimi siz düşünün artık. :( Aranızdaki yaş farkı azsa daha da zor. Benim ikiz kız kardeşlerimle 1 buçuk yaş var. Kardeşlerimi çok seviyorum ama beni çok yoruyorlar. Bazen gerçekten bunaldığımı, nefes alamadığımı hissediyorum. Bi yerlere kaçmak bi kaç gün kafa dinlemek istiyorum onu da yapamıyorum Ne yapacağım bilmiyorum. :(

29 Kasım 2012 Perşembe

ÖZLEDİM :(

    
     Bi kaç gündür yazamıyorum. Aslında o kadar çok istiyorum yazmayı. İçimi rahatlatmayı. Ama hayat gailesi işte. O kadar yoğunluğun arasında bi bakmışım kendimi yatağa atmışım. Ancak O zaman anlayabiliyorum yorulduğumu. 3 gündür bi yoğunluktur ki gidiyor. pazartesi günü arkadaşım geldi şehirdışından. Okuldan 3 arkadaş buluştuk. Pazartesi günü ben onlara gittim. Salı günü annem arkadaşlarımı bize çağırdı. Yaprak sarması, su böreği, aşure falan bi sofra hazırlamış yemede yanında yat yani o derece. :) Bitanecik annem benim. Dün de yine toplandık sinemaya gittik. Dün de çok güzeldi. Uzun zamandır böyle günler geçirmemiştim çok iyi oldu bana.
     Dün kızlarla buluşmak için tramvaya bindim. Üniversite hayatım boyunca ne çok binmiştim tramvaya. Dile kolay 5 sene boyunca Zafer-Kampüs arasını her gün gidip geliyordum. Yorulmaktan şikayet ederdim bazen. Oysa o zamanlar ne güzelmiş. Dün anladım ki ben tramvayla yolculuk yapmayı özlemişim yaaa. :(  Mp3 ümü kulağıma taktım. Ne güzel bi yolculuk oldu ya. Kafamı cama yaslayıp hayallere, ümitlere, geleceğe, geçmişe dalıp gitmeyi nasıl da özlemişim. İşe başlayınca artık tramvaya binemez oldum. İşim evime yakın. Tramvaya dün olduğu gibi ayda yılda biner oldum. Oysa her gün ne güzel git gel yapardım. Annem de benimle dalga geçerdi.Bu tramvay benim kızımın limuzini diye. :) Ben limuzinimi özledim yaaaa. :(
     İş yaşamımdan çok memnunum ama arkadaşlarla da konuştuk okul bi başkaymış, öğrenci olmak bi başkaymış ya. Dün hayatım da ilk defa sinemaya sivil olarak girdim. Artık büyüdüğümü anladım.
     İşte böyle daha bi sürü şey var kafamda. Kafamı kurcalayan bi dolu soru. Onların cevabını bulayım onları da yazacağım. Yani umarım.
     Bi de dün ilk defa dinledim Selçuk Balcı'yı ve aralıksız dinlemeye de  devam. :) Bence siz de dinlemelisiniz. Pişman olmazsınız. :)

22 Kasım 2012 Perşembe

NE ZAMAN BÜYÜRÜZ BİLEN VAR MI?


Ne zaman büyürüz hiç düşündünüz mü?

5 yaşındayken ablanıza ben artık büyüdün kocaman abi ya da abla oldum dediğiniz de mi?

Ya da birinci sınıfa başladığımızda mı? Eee ne de olsa artık bizde herkes gibi, bizden büyük herkes gibi artık okula başlamışızdır. Okuma yazmayı öğrenmişizdir. Okula tek başımıza gidip geliyoruzdur. Büyümüşüzdür artık...

Liseye başlayınca mı? Öyle ya artık ilkokul çocuğu değilizdir. Büyümüşüzdür. Evet kesinlikle büyümüşüzdür. Anne babamıza karşı gelebilirz artık değil mi? Sonuçta anne babamızda büyük ve onlar da anne babalarının her dediğini tutmuyorlar. Eee bizde büyüğüz o zaman bizde onlara karşı gelebiliriz...

Üniversiteye başlayınca mı büyürüz? Başka bir şehirde yaşıyoruzdur artık. Okumak için ailemizden ayrılmışızdır. Belki kolay belki zor olmuştur ama ayrılmışızdır artık onlardan. Onların gönderdiği harçlıkla da olsa artık kendi ayaklarımızın üstünde duruyoruzdur. Belki ilk defa eşyalarımızı kendimiz yıkamış, ütümüzü kendimiz yapmışızdır, belki de ilk defa aşık olmuşuzdur. Yani büyümüşüzdür değil mi?

Okul bitmiştir. Ve kesinlikle büyümüşüzdür artık. İşe başlamışızdır. İş hayatının okul gibi olmadığını artık zorunluluklarımızın olduğunu öğrenmişizdir. Haklı bile olsak bazen mecbur kalıp susmayı öğrenmişizdir. Ya da aslında hiçbir zaman haklıyken susmamak gerektiğini öğrenmişizdir. Büyümek bu değil midir?

Evlenmişizdir.Belki aşk, belki mantık evliliği yapmışızdır. Ama artık büyüdüğümüzü hissederiz. Artık bir evin ve bir eşin sorumluluğu vardır. Ona göre hareket ederiz artık. Etrafımızda da duymuşuzdur. Evlenmeden önce çocuktu, evlendi büyüdü diye.

Çocuğumuz olduğu zaman mı büyürüz. Ya da onlarla birlikte mi büyürüz. Artık minik bir bebeğin sorumluluğu vardır omuzlarımızda. O bebek büyür, çocuk olur, çocuk büyük kocaman adam olur biz de büyürüz.

Emekli oluruz. Torun torba sahibi olmuşuzdur. O zaman mı büyürüz. Eee artık çevrenin de büyüğüyüzdür artık. Belki akıl danışılan, ne yapmalıyım diye sorulan belki de huysuzluğundan yaka silkilen bir büyük.

Sahi ne zaman büyürüz? Değişiyor değil mi? Kişisine, yaşadığın çevreye göre değişiyor. Kimisi vardır bu yazının başında büyümüştür. Kimisi ortasında, kimisi sonunda ya da hiç büyümemiştir. Hangisi daha güzel ben bilmiyorum.

Ama bildiğim bi şey var. Beden ve beyin büyüsün, bu hayat için gerekli. Ama kalp ve duygular onlar hep çocuk kalmalı bence. O zaman hayat daha güzel olur... Bence yani...

21 Kasım 2012 Çarşamba

YAĞMURA YAĞMURA YÜRÜMEK...

    
       Yağmur başlamıştı. Cama vuran yağmur damlalarının ritmi kulağa çok hoş geliyordu. Zaten hep sevmişti yağmuru. Yağmurla ilgili olan herşeyi seviyordu. Çamura bile itirazı yoktu. Ne de olsa o çamur yağmurun çocuğu değil miydi? Yağmur yağmasa o çamur da olmazdı. Onun için  yağmurdan kaynaklanan herşeye razıydı.
     Düşünceler içindeyken kendini dışarda buldu. Yağmurda yürümek iyi gelecekti ona. Kafasını boşaltacaktı. Hani bulutlar yağmurla, gökgürültüsüyle içindekileri boşaltırdı ya işte o da bulutlar gibiydi. Yağmur yağacak, o yağmurun kendisini ıslatmasına izin verecek ve bütün sıkıntıları yağmur damlaları ile akıp gidecekti. En azından öyle umut ediyordu.
     Müzik çalarını açtı. Kulaklığını taktı. Zaten hep öyle yapmaz mıydı. İçi daraldığı, insanlardan uzaklaşmak istediği zamanlarda böyle yapmaz mıydı. Kulaklığı takar. Müziğin sesini sonuna kadar açar ve muhtemlen o zaman ki ruh haline uygun sadece bir şarkıyı dinlerdi.
    Müzik çaları açtığında en son dinlediği şarkının çalmaya başlaması gerekiyordu. Ama ne olduysa başka bir şarkı çalıyordu. Oysa bu şarkının kayıtlı olduğunu bile unutmuştu. Oysa lise yıllarında arkadaşlarıyla ne çok dinlerdi bu şarkıyı... Şarkıyı dinlemeye başladı.
    Ne hayallerini, ne hayal kırıklıklarını, ne kazandıklarını ne de kaybettiklerini... Hiç bir şeyi hiçbirini düşünmeyecek, yağmur onu ıslatacak ve o da sadece yağmurda ıslanmanın huzurunu yaşayacaktı...Sadece yürüyecekti. Yağmura yağmura yürüyecekti...



    

20 Kasım 2012 Salı

ÖZGÜR OLAMAYIŞLARIMIZ...


Yaşamın, geleceğin dışardaki insanlara bağlı değil, öyle mi?
Ama yine de, sana değer vermelerini sağlayacak şeylere az çok uyma ihtiyacı hissediyorsun.
Hayal kırıklığı yaratmaktan ve reddedilmekten çekiniyorsun.
Bu nedenle gerçekten hissettiklerini ifade etme izni vermiyorsun kendine, isteklerine göre davranmaya da izin vermiyorsun.
Başkalarının beklentilerine uyum sağlamak için çabalıyorsun. Ve bu senin kendi insiyatifin. Kimse bunu senden istemiyor.
Evet ne var ki bu bir tercih değil. Kendi kendine ''bugün benden bekleneni yapacağım demiyorsun.'' Bilinçdışı bir şekilde kendini bunu yapmaya mecbur hissediyorsun.
Yoksa seni sevmeyeceklerini, artık seni istemeyeceklerini sanıyorsun. Dolayısıyla farkına bile varmadan kendini kısıtlamalarla sıkıyorsun.
Yaşamın fazlasıyla kısıtlanmış oluyor ve sonunda kendini özgür hissetmiyorsun. Ve başklarına öfkeleniyorsun.
Başkalarını hayal kırıklığına uğratmayacak şekilde davranmaya mecbur kalındığında, bize karşı olan beklentilerine belli bir şekilde cevap vermek için ya da onların adetlerine saygı göstermek için böyle davranıldığında...
Evet, düşün ki bu bazı kişileri bize karşı çok talepkar olmaya yöneltiyor, sanki onların isteklerine boyun eğmek bizim görevimizmiş gibi hissediyorlar. Bu belli bir süre sonra onlara tamamen doğal geliyor. 
Bu sonuca sebep tamamen bizim davranışlarımız.
Özgürlük bizim içimizdedir. İçimizden gelmelidir. Sana dışardan verilmesini bekleme!!!


17 Kasım 2012 Cumartesi

PARAMPARÇA...

             
     Sonra... Sonrası yok işte.  Belki paramparça değil ama hislerimde bir kopukluk  hissi var... Siz hiç bilir misiniz hislerin paramparça olmasını?
     Hisler sensindir aslında. Senin attığın her adımın, söylediğin her sözün mimarıdır onlar. Sen istemesen bile senin mantığının efendisidir onlar.
     Parçalanmış bir his yumağı gibiyse için, duygularının anlamsızlığına şahitse bedenin, batmakta olan bir güneş gibidir gözlerin. Karanlık bakan tarafı ağır basmaktadır...
     Anlar mısın, aslında asıl soru anlatabilir mi lal olmuş dilim? Ya da anlayabil diye çaba gösterir miyim?
     Bana sorsalar bu soruyu, öylesine olan bana, kesin bir red cevabıyla karşılık bulurdu.
     Ama öyle bir bana soruldu ki bu soru, öyle başka bir ben'e çarptı ki soru, yankısı beni yıktı. Yıktı da yeniden var etti...
     Sanki, değişmek denen kelimeyi ince ince aklıma işledi. Her hücreme tek tek nakş etti...

ARTIK...

                
Uyunmamış gecelerin sabahındayım.
Uyku girmiyor gözlerime.
Oysa bir zamanlar uyku en büyük dostum, sıkışınca kaçtığım en yakın durağımdı.
Şimdiyse bana düşman. Neden böyle oldu onu da anlamıyorum.
Tamam ben eski ben değilim.
Belki de o, eski beni seviyordu ve birşeylerden kaçmak istediğim zaman uykunun kollarına kendimi bıraktığımda onun için hiç itiraz etmiyordu.
Ama artık ne kadar kapısına gidersem gideyim, önünde sabahlara kadar ağlasam da beni o kapıdan içeri almıyor.
Galiba bu yeni ben'i herkes gibi uyku'm da sevmedi.
Ama bir bilseler bu değişim benim elimde değil ki. Ben isteyerek değişmedim.
Eskiye göre daha sinirli, daha tahammülsüz olmamın sebebi ne bilmiyorum.
Ama artık böyleyim. Ve eskisi gibi olmak istiyor muyum o da ayrı bir soru.
Ve galiba bu sorunun cevab da hayır...
Şimdiye kadar kimseyi üzmemeye çalıştım da ne oldu.
Koskoca bir HİÇ...
Bundan dolayı artık eskisi gibi olmayacağım.
Aslında beni yeni tanıyan insanlar için bir sorun yok. Herkeste olabilecek kadar asabiyet içeriyorum.
Ama bundan öncesinde hiç olmamış olduğu için şimdi bu durumumu yadırgıyorlar.
Ama cidden bundan sonra böyleyim.
Gitmek istediğim yere gidecek, yanında olmak istediğim insanların yanında olacak, yapmak istediğim şeyleri yapacağım.
Kısaca artık BEN olacağım...


14 Kasım 2012 Çarşamba

YA PAYINA DÜŞEN KEDERİ PARLATACAKSIN YADA ÖMRÜNLE İYİ GEÇİNMEYE BAKACAKSIN. İKİNCİSİNİ TERCİH EDERSİN UMARIM...

                      
     Çok şey mi istiyoruz diye düşünüyorum bazen. Dışardan insanlar baktığında mutlu olacak şeylere sahipsindir aslında. Evin, ailen, önce okulun, şimdi işin... Çoğu insanın olmasını isteyeceği şekildedir. Sağlıklısındır. Bazı insanların herşeyi vardır ama sağlıkları yoktur. Hayattan zevk alamazlar.
     Aslında dediğim gibi. Dışardan baktığında herşeye sahipsindir.Ama aslında hiçbirşeyin yoktur. Çünkü mutlu değilsindir. Mutlu olmayacak neyin var. Yediğin önünde, yemediğin arkanda der insanlar. Ama öyle değildir.
     Sırf okul zamanı eve yük olmamak için fazla gezip tozmamışsındır. Ne de olsa herşey para. Tasarruf etmek gereklidir. Evde oturursun. Annene yardım etmek için okuldan doğru eve gidersin.Ya da okula gitmeden önce daha erken kalkar evi temizler, siler süpürürsün. Sırf annen yorulmasın diye.
     Düşünürsün, hayal edersin. Okul bitip de kendi paranı kazanmaya başlayınca yaparım, o zaman ertelemem gerekmez dersin. Ama yine olmaz. Evin geçim derdi binmiştir omuzlarına. Gezmek nerede. Zorunlu olan ihtiyaçlarını alırken bile suçluluk hissetmeye başlarsın. Sanki onları fuzuli alıyormuşsun gibi. Bir suçluluk psikolojisi çöker üzerine.
     Ama evdeki herkes aslında senin gibi davranmaz. Gezer, tozar. Kafasına göre harcar. Birşey demeye hakkın yok diye düşünürsün. Sen zamanında onları düşündün. Gezmedin, yapmak istediklerini yapmadın, ama o seni düşünmek zorunda değil.
     Yaşamak istediğin şeyleri yaşayamaz, karşındaki insana söylemek istediklerin şeyleri söyleyemezsin. Söylersen belki bi şeyler olacak ve planlar yapmaya başlayacaksınızdır. İleriye dönük planlar yapmak istersin. Hayat bu herkes bi gün kendi yuvasını kurup gidecektir. Ama sen onu bile düşünürken suçluluk hissdersin. Aileni şimdi bırakamazsın, şimdi kendi başına olamazsın diye düşünürsün yine. 
      Böyle böyle yılların geçmiştir. Herkes kendi hayatını kurmuştur. Ama sen diğerlerinin hayatını kurmasına yardım etmek için kendi hayatını kurmaya vaktin ve gücün kalmamaıştır. Onları yalnız bırakamam dediğin ailenin fertlerinin herbiri seni yalnız bırakmayı düşünmeden kendi hayatlarını kurmuştur. Ama sen seçmişsindir bunu. Belki isteyerek, belki istemeyerek. Ama sen seçmişsindir. Mutsuz bir hayat yaşamayı sen seçmişsindir.
     Böyle mutsuz bir hayatı yaşamak istemiyorsan; yapmak istediklerini yap, birini mi seviyorsun söyle, birinin yaptıklarından hoşlanmıyor musun karşındakiinin kırılmayacağı dille ona bu durumu anlat, birisini özledin mi yanına git, bağıra bağıra ağlamak mı istiyorsun kimseyi umursama ağla, kahkaha mı atmak istiyorsun at bırak senin hakkında ne düşünürlerse düşünsünler. Zaten insanlar, diğerleri hakkımda ne der diye yapmak istemedikleri şeyleri yaptıkları için mutsuz olmuyorlar mı? Karşındakini mutlu etmek için kendileri mutsuz oluyorlar.
     Şimdiye kadar hep böyle yaşadın. Ama bundan sonra insanlar farklı bir sen görecekler. Belki çok şaşıracak, belki kızacak bekli de çok hoşlarına gidecek. Hiçbirini umursama ve mutlu olmaya bak.    Hayat; mutsuz bir yaşamı yaşarken çok acı verici ama mutlu iken çok eğlenceli.  
     Bi söz vardı okuduğum. Ya payına düşen kederi parlatacaksın yada ömrünle iyi geçinmeye bakacaksın. İkincisini tercih edersin umarım...  
 

HASTA KALİMERO :(


     Uçukladım. Evet uçuk çıkarıyorum yaaaa. Dudağım şişti. Hani dudağa silikon yaparlar da  düzgün olmaz yamuk yumuk bi görüntü olur ya işte aynen o vaziyetteyim. :( En son 6-7 sene önce falan uçuklamıştım. Bu yaşıma gelinceye kadar ki 3. uçuk çıkarmam. Öyle kolay kolay olmaz yani. Çok önemli şeyler olmalı. Bu yorgunluk, uykusuzluk ve can sıkıntısı ile birleşince böyle oluyor. Ve 6-7 yılda bir olunca da geldi mi tam geliyor. Düşünün artık dudağımın halini. :(
     Valla bu aralar hastalığın, vücut kırgınlığının etkisi ile herhalde hep yakalanıyorum yaaa :( Arkadaşım blogumu yakalamıştı. Ablaların en tatlısı Beyaz Ablam da beni yakalamış. Ama ablam kimseye söylemez. Aramızda kalır demi ablam? :)
      Ya yorgunluktan herhalde. Demiştim ya. Pazar günü arkadaşlarımın cafesinin açılışı var diye. Zaten hep o cafe yüzünden yakalandım ya neyyyse. :) Pazar günü çok yoruldum. Onun öncesindeki bi kaç günde uykusuzluk ve yorgunluk ve söylemek istemediğim bi çok şeyle birleşince nevrim döndü yaaaa. Arkadaşın dediğiyle tam bi Kalimero Kılıklı oldum ya. :)
      Neyse hasta hasta bu kadar yazdığım yeter. Aslında çok yazmak istiyorum. Dudağım şiş olduğu için bugün doğru dürüst konuşamadım. Ve patlama konumuna geldim. hırsımı yazmaktan ve dolayısıyla klavyeden çıkarabilirim. Umarım şişlik çabuk inerde normale dönebilirim. :)

10 Kasım 2012 Cumartesi

A MOMENT TO REMEMBER...



     Bu yazıyı salya sümük bi vaziyette yazıyorum. Gecenin bilmem kaçı olmuş, yarın iş varmış şu an zerre kadar umrumda değil. Az önce bi filmi bitirdim. Aslında yeni çekilmiş bi film değil ama ben daha yeni izledim. A moment to remember (Hatırlanacak bir anı). Offfff ne filmdi yaaaa. Niye her güzel şeyleri hep kursağımızda bırakacak bi şeyler oluyor. Neden masallarda bizi kandırmışlar. Prens ile prenses hani sonsuza dek mutlu mesut yaşıyorlardı. Gerçekte neden öyle değil.
     Ağlamam ya ne olacak altı üstü biraz hüzünlü bir romantik filmdir dedim ama öyle değilmiş yaa.Filmin ilk kısmı dedim hatta bu mu yani ağlayacaksınız dedikleri film diye ama sonra bende film koptu. Biriktirdiğim ne varsa herşeye ağladım ve hala da devam etmekteyim...
     Neye mi ağladım. Herşeye... O kadar zor zamanlar geçirdim ki şu son 2 buçuk sene içinde. O kadar doldum ki. Babama kanser teşhisi kondu. Ameliyat oldu. Kemoterapi aldı. Hadi atlattınız dediler. Rutin kontrollerde kanserin yenilediği, kemiklere yayıldığı anlaşıldı. Sonra radyoterapi. Onu vücudu kaldırmadı. Dediler hadi tekrar kemoterapi. Zaten o kemoterapinin ilk kürünü bile tamamlayamadık. 
     Bir akşam öncesinden plan yapmıştık. Annem ve babam hastanedeydi.  Ertesi günü en küçük kardeşimin doğum günüydü. 5 yaşına girecekti. Bi pasta alacak,  doğum gününü  orada kutlayacaktık. Ama olmadı. Olamadı. Sabah 6 buçukta telefonum çaldı. Annem ağlıyordu. Ben önce anlamdım. Ben baban kötüleşti diye anladım. Yolda bizi hastaneye götüren tanıdık başınız sağolsun kızım deyince bende film koptu. O hastane yolunun nasıl bitirdim bilmiyorum. Hastaneye vardığımızda girişte annem, halam, amcalarım hep oradaydı. Diğer hastaların yakınlarıda aşağı inmiş herkes ağlıyordu. Aslında herkes kendi hastasına ağlıyordu. Onkoloji hastanesi. Oradaki herkes Allah'ın belası kanser hastası. İki sene boyunca hep o hastanede olunca alışmıştık artık. Daha doğrusu alıştığımız zannetmişim kendi başına gelince öyle alışmak falan olmuyormuş.Her hafta kesin 2-3 kişi vefat ediyordu. Onlara ağlıyorduk. Gün gelip kendimize de ağlayacakmışız onu anladım.
     Şimdi diyeceksiniz. Neden yazdın bunları diye. Bugün babamın doğum günü. Evet 10 Kasım babamın doğum günü. Geçen sene ona doğum gününde ceket almıştım. En son hastaneye o ceketi giyip gitmişti. Ama tekrar giyerek eve dönemedi. 

     Doğum gününü kutlayacağımız yere babama veda ettik. Çok seslendim onu götürürlerken. Baba, kardeşlerim çok küçük nereye gidiyorsun diye ama beni duymadı. Yada duydu ama ses edemedi. Sessizce yatmış, hastalığından dolayı çektiği ağrılar, sızılar dinmiş sessiz, sedasız uzanmış yatıyordu.      
     Gittin babam. O günden beri boğazımda bi düğüm var. Ağlamak istiyorum. Ama annem, kardeşlerim üzülmesin diye ağlayamıyorum. Bu gece uzun zaman sonra kendi kendime kaldım. Babamı ne kadar çok özlediğimi kendi halime kalınca daha da çok anladım.
Rahat uyu babacım. Mekanın cennet olur inşaallah.
Doğum günün kutlu olsun babacım... (İlk gözağrın....)
    

8 Kasım 2012 Perşembe

DEPRESYONDAN ÇIKARAN ŞARKILAR MİMİ :) Bakalım Çıkabilecek Miyim :)

Can arkadaş Kirazlı Dondurma beni mimlemiş. Çok teşekkür ederim canım. :) Bu aralar depresyondan çıkaran değilde depresyona sokan şarkılarla pek bir içli dışlıyım. Ama yine de zamanında beni depresyondan çıkarmış şarkılara bakalım  :)

Kenan Doğulu - Şanş Meleğim :) Yolda kulağıma kulaklığı takıp bu şarkıyı dinleyerek yürümek süper oluyor :)

Gülben Ergen - Vıdı Vıdı Klibi çok hoşuma gidiyor. İzledikçe keyfim yerine geliyor. Güzel klip olmuş :)

Gusttavo Lima - Balada  Bu şarkı çok hoşuma gidiyor. 5 yaşındaki kardeşimle bu şarkıda süper oynuyoruz. Özellikle çeçeçeçeçeçe kısmı :) omuzlar oynuyor :) halimi düşünün artık :)


Bende; Deeptone'yi, Damlasakızlı Dondurma'yı, Yerli Pollyanna'yı ve Pire Kızı'nı mimliyorum. Ama isteyen herkes yapabilir :)


3 Kasım 2012 Cumartesi

SEVGİLİ MASKOTUMUZ BAYKUŞ BEY :)

                         
      Çok yorucu bir haftayı bitiriyorum. Ne kadar yoruldum anlatamam. Bütün hafta boyunca projelerin içinde kayboldum diyebilirim. Birini bitir diğerine başla. İçinden çıkmaya çalış. Off be. Ne kadar çok çalışmışım bu hafta. En son projeyi biraz önce bitirdim. Ama bende bittim. Kafam zaten pek yerinde değil bi de projeler işin içine girince bu haftaki halimi siz düşünün artık :) 
      Bu hafta beni en çok sevindiren şey ise yağmurun yağması oldu. Hatta şimdi de yağıyor. Çok seviyorum yağmuru. Çoğu insanın içi daralır, sıkılır kapalı havalarda. Ama bense aksine bayılırım. Hava kapalı olacak, yağmur yağacak, şimşek çakacak. Bende o havada takacağım kulaklığı kulağıma ayaklarım beni nereye götürürse oraya gideceğim. Hatta bu akşam iş çıkışı öyle yapmayı düşünüyorum. Aslında ayaklarımında, aklımında, kalbiminde gitmek istediği yer aynı ama o kadar uzağa yürüyerek gidemem. :)
     Yarın bütün gün evden çıkmamayı düşünüyorum. Yatak keyfi yapmak, canım istediği zaman uyanmak istiyorum. Bi de arkadaşıma ördüğüm paspası bitirmeyi düşünüyorum :) Zaten haftada 1 gün tatilim var onu da kafama göre yaşayabilirim umarım. Bizim ev gibi geleni gideni hiç eksik olmayan bir evde zor ama bakalım artık. Umarım gerçekleştirebilirim.:) Zaten haftaya pazar arkadaşlarımın cafesinin açılışı var. Oraya gideceğim. Bütün gün orada olurum. Ve muhtemelen çok yorulurum. Bu arada Konya'da olanlar buyursunlar gelsinler cafemizin açılışına. Cafemiz Konya'yı bilenler iyi bilir. Selçuk Üniversitesi öğrencilerinin oturduğu Bosna Hersek mahallesinde. Gittim gördüm. Çok güzel olmuş. Konya'da olan herkesi davet ediyoruz.